Yaren
New member
Avrasya Tüneli Geçiş Garantisi: Bir Ailenin Sohbetinden Doğan Hikâye
Geçen akşam ailece sofradaydık. Yemeklerin dumanı henüz dağılmamış, herkes günün yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışıyordu. Sofrada konuşulan konu ise ne futbol ne de dizilerdi; bambaşka bir yere kaydı: Avrasya Tüneli. Annem, “Bu tüneli yaparken kime ne söz verilmiş acaba, garantisi ne kadar sürüyor?” diye sordu. Babam kaşığını tabağa bıraktı, ciddi bir ses tonuyla “Yıllardır tartışılan mesele işte… Kaç yıl garanti verdiler, kaç yıl milletin sırtına yük bindirdiler, mesele bu” dedi. İşte o an, bu konuyu hepimizin gözünden farklı açılardan görmem gerektiğini fark ettim.
Babamın Çözüm Odaklı Bakışı
Babam mühendis kökenli, rakamları sever, somut verilerle konuşur. “Bak kızım,” dedi, “bu tür projeler yapılırken yatırımcıya garanti verilir, yoksa kimse milyarlarca doları göze almaz. Devlet şu kadar yıl şu kadar araç geçecek diye söz verir. Ama mesele şu: bu garantiler halkın cebinden çıkıyor. Eğer araç sayısı tutmazsa hazineden ödeniyor. İşte bu yüzden yıllar önemli.”
Onun için mesele tamamen stratejik ve çözüm odaklıydı. Yatırımcıya güven verilmesi gerekiyordu ama aynı zamanda halkın geleceğinin de hesaplanması lazımdı. “10 yıl mı, 20 yıl mı, kaç yıl garantisi var, işte bunu bilmek, gelecek neslin yükünü anlamak demek” diye ekledi.
Annemin Empatik Yaklaşımı
Annem ise meseleyi bambaşka bir pencereden gördü. “Tamam, garanti var diyelim. Peki bu garanti yüzünden vatandaş ne hissediyor? Hani geçmeyen ama parasını cebinden ödeyen insanlar?” dedi. O an gözleri doldu. Çünkü o, meseleyi yalnızca devletin bütçesi ya da yatırımcıların kârı üzerinden değil, vatandaşın omuzlarındaki ağırlık üzerinden düşünüyordu.
“Geçmeyen bir yolun bedelini ödemek bana biraz vicdansızlık gibi geliyor,” dedi. “Düşünsene, emekli bir teyze var. O tünelden geçmese bile, marketteki ürünün fiyatına yansıyor bu maliyet. O teyzenin maaşı zaten kıt kanaat yetiyor.” Annem bu sözüyle sofrada herkesi bir anda susturdu. Çünkü hepimiz, aklımıza gelen o isimsiz teyzeyi düşündük.
Kardeşimin Genç Bakışı
Kardeşim, üniversiteye yeni başlamış, teknolojiye meraklı bir genç. Sohbeti daha farklı bir yere taşıdı: “Ama bu tür projeler olmasa İstanbul’un trafiği ne hale gelirdi? Belki garanti uzun ama sonuçta insanlar zaman kazanıyor. Bir saat daha az trafikte kalmak, belki de yüzlerce hayata dokunuyor. Belki bir doktor o sayede hastasına yetişiyor, belki bir işçi eve daha erken gidip çocuğuyla vakit geçiriyor.”
Onun sözleriyle annemin gözlerindeki hüzün biraz olsun yerini umuda bıraktı. Çünkü o, meseleyi insan ilişkileri üzerinden gördü: zamandan kazanılan, hayata eklenen değer.
Benim Çelişkili Düşüncelerim
Ben ise ikisinin ortasında kaldım. Bir yanım babam gibi hesap yapıyor, “Kaç yıl garanti verildi, 25 yıl mı, 30 yıl mı?” diye düşünüyor. Çünkü bu süreler, gelecek kuşakların yükünü belirliyor. Diğer yanım annem gibi hissediyor: “Peki bu garanti yüzünden yoksul bir ailenin çocuğu kitap alamıyorsa, bu nasıl adalet?”
Bir yanım da kardeşim gibi umutlu: “Evet, tünel olmasa belki hayatımız çok daha zor olurdu.” Bu çelişki, aslında hepimizin içinde var. Bir tarafta hesaplar, rakamlar, süreler; diğer tarafta gözyaşları, umutlar, hayat hikâyeleri.
Garanti Kaç Yıl?
Masada konu dönüp dolaşıp aynı yere geldi: Peki gerçekten kaç yıl garanti var? Babam telefondan araştırdı, bazı kaynaklar 24-25 yıl derken, bazıları daha kısa sürelerden bahsediyordu. Ama asıl mesele garanti süresinin sayısında değildi. O an hepimiz fark ettik: bu işin özü, “kaç yıl” sorusundan çok, “bu yıllar kimin omzuna yük bindiriyor?” sorusundaydı.
Forumdaşlara Açık Davet
Sevgili dostlar, soframızda başlayan bu hikâye beni derin düşüncelere sürükledi. Erkeklerin stratejik ve çözüm odaklı bakışları, kadınların empatik ve ilişkisel yaklaşımları, gençlerin umutlu ve yenilikçi yorumları derken fark ettim ki; bu mesele hepimizin ortak hikâyesi.
Belki siz de evde, arkadaş ortamında bu konuyu tartıştınız. Belki sizin anneniz de “Bu yük kimin sırtına biniyor?” diye sordu. Belki babanız hesap makinesini eline alıp rakamlarla konuştu. Ya da kardeşiniz umutla “Ama bak, hayat kolaylaştı” dedi.
Peki siz ne düşünüyorsunuz? Avrasya Tüneli’nin geçiş garantisi sadece bir rakam mı, yoksa hepimizin hayatına dokunan görünmez bir hikâye mi?
Hadi gelin, bu başlık altında hep birlikte tartışalım. Sizce bu tür projelerde adaletin ve toplumsal faydanın ölçüsü ne olmalı? Garantinin süresi mi, yoksa toplumun yüreğinde bıraktığı iz mi daha önemli?
Geçen akşam ailece sofradaydık. Yemeklerin dumanı henüz dağılmamış, herkes günün yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışıyordu. Sofrada konuşulan konu ise ne futbol ne de dizilerdi; bambaşka bir yere kaydı: Avrasya Tüneli. Annem, “Bu tüneli yaparken kime ne söz verilmiş acaba, garantisi ne kadar sürüyor?” diye sordu. Babam kaşığını tabağa bıraktı, ciddi bir ses tonuyla “Yıllardır tartışılan mesele işte… Kaç yıl garanti verdiler, kaç yıl milletin sırtına yük bindirdiler, mesele bu” dedi. İşte o an, bu konuyu hepimizin gözünden farklı açılardan görmem gerektiğini fark ettim.
Babamın Çözüm Odaklı Bakışı
Babam mühendis kökenli, rakamları sever, somut verilerle konuşur. “Bak kızım,” dedi, “bu tür projeler yapılırken yatırımcıya garanti verilir, yoksa kimse milyarlarca doları göze almaz. Devlet şu kadar yıl şu kadar araç geçecek diye söz verir. Ama mesele şu: bu garantiler halkın cebinden çıkıyor. Eğer araç sayısı tutmazsa hazineden ödeniyor. İşte bu yüzden yıllar önemli.”
Onun için mesele tamamen stratejik ve çözüm odaklıydı. Yatırımcıya güven verilmesi gerekiyordu ama aynı zamanda halkın geleceğinin de hesaplanması lazımdı. “10 yıl mı, 20 yıl mı, kaç yıl garantisi var, işte bunu bilmek, gelecek neslin yükünü anlamak demek” diye ekledi.
Annemin Empatik Yaklaşımı
Annem ise meseleyi bambaşka bir pencereden gördü. “Tamam, garanti var diyelim. Peki bu garanti yüzünden vatandaş ne hissediyor? Hani geçmeyen ama parasını cebinden ödeyen insanlar?” dedi. O an gözleri doldu. Çünkü o, meseleyi yalnızca devletin bütçesi ya da yatırımcıların kârı üzerinden değil, vatandaşın omuzlarındaki ağırlık üzerinden düşünüyordu.
“Geçmeyen bir yolun bedelini ödemek bana biraz vicdansızlık gibi geliyor,” dedi. “Düşünsene, emekli bir teyze var. O tünelden geçmese bile, marketteki ürünün fiyatına yansıyor bu maliyet. O teyzenin maaşı zaten kıt kanaat yetiyor.” Annem bu sözüyle sofrada herkesi bir anda susturdu. Çünkü hepimiz, aklımıza gelen o isimsiz teyzeyi düşündük.
Kardeşimin Genç Bakışı
Kardeşim, üniversiteye yeni başlamış, teknolojiye meraklı bir genç. Sohbeti daha farklı bir yere taşıdı: “Ama bu tür projeler olmasa İstanbul’un trafiği ne hale gelirdi? Belki garanti uzun ama sonuçta insanlar zaman kazanıyor. Bir saat daha az trafikte kalmak, belki de yüzlerce hayata dokunuyor. Belki bir doktor o sayede hastasına yetişiyor, belki bir işçi eve daha erken gidip çocuğuyla vakit geçiriyor.”
Onun sözleriyle annemin gözlerindeki hüzün biraz olsun yerini umuda bıraktı. Çünkü o, meseleyi insan ilişkileri üzerinden gördü: zamandan kazanılan, hayata eklenen değer.
Benim Çelişkili Düşüncelerim
Ben ise ikisinin ortasında kaldım. Bir yanım babam gibi hesap yapıyor, “Kaç yıl garanti verildi, 25 yıl mı, 30 yıl mı?” diye düşünüyor. Çünkü bu süreler, gelecek kuşakların yükünü belirliyor. Diğer yanım annem gibi hissediyor: “Peki bu garanti yüzünden yoksul bir ailenin çocuğu kitap alamıyorsa, bu nasıl adalet?”
Bir yanım da kardeşim gibi umutlu: “Evet, tünel olmasa belki hayatımız çok daha zor olurdu.” Bu çelişki, aslında hepimizin içinde var. Bir tarafta hesaplar, rakamlar, süreler; diğer tarafta gözyaşları, umutlar, hayat hikâyeleri.
Garanti Kaç Yıl?
Masada konu dönüp dolaşıp aynı yere geldi: Peki gerçekten kaç yıl garanti var? Babam telefondan araştırdı, bazı kaynaklar 24-25 yıl derken, bazıları daha kısa sürelerden bahsediyordu. Ama asıl mesele garanti süresinin sayısında değildi. O an hepimiz fark ettik: bu işin özü, “kaç yıl” sorusundan çok, “bu yıllar kimin omzuna yük bindiriyor?” sorusundaydı.
Forumdaşlara Açık Davet
Sevgili dostlar, soframızda başlayan bu hikâye beni derin düşüncelere sürükledi. Erkeklerin stratejik ve çözüm odaklı bakışları, kadınların empatik ve ilişkisel yaklaşımları, gençlerin umutlu ve yenilikçi yorumları derken fark ettim ki; bu mesele hepimizin ortak hikâyesi.
Belki siz de evde, arkadaş ortamında bu konuyu tartıştınız. Belki sizin anneniz de “Bu yük kimin sırtına biniyor?” diye sordu. Belki babanız hesap makinesini eline alıp rakamlarla konuştu. Ya da kardeşiniz umutla “Ama bak, hayat kolaylaştı” dedi.
Peki siz ne düşünüyorsunuz? Avrasya Tüneli’nin geçiş garantisi sadece bir rakam mı, yoksa hepimizin hayatına dokunan görünmez bir hikâye mi?
Hadi gelin, bu başlık altında hep birlikte tartışalım. Sizce bu tür projelerde adaletin ve toplumsal faydanın ölçüsü ne olmalı? Garantinin süresi mi, yoksa toplumun yüreğinde bıraktığı iz mi daha önemli?